4 Nisan 2016 Pazartesi

NIGHT AND THE CITY - (1950)

NIGHT and the CITY

Yönetmenliğini Jules Dassin'in yaptığı bu klasikleşmiş noir filminin başrollerinde Richard Widmark ve Gene Tierney var. Yan rollerde ise harika oyunculuklar sergileyen Googie Withers ve Francis L. Sullivan var. Ayrıca hiç oyunculuk tecrübesi olmamasına rağmen eski bir güreş şampiyonu olan Stanislaus Zbyszko'nun performansı da hafızalara kazınıyor.

Filmin senaryosunu Gerald Kersh'ün aynı adlı romanından Jo Eisinger uyarlamış.

Harry Fabian (Widmark) gece kulüplerine müşteri bulup gönderen usta bir üçkâğıtçıdır. Burnu fırsatların kokusunu alsa da yeterince parası yoktur ve başı da beladan kurtulmamaktadır. Bir gece kulübünde çalışan sevgilisi Mary (Tierney) onu bu hayattan vazgeçirmek istese de beceremez. Bir gece Harry'nin karşısına ona 'biri' olma fırsatını verecek, onu zengin edip, 'büyük' adam yapacak bir fırsat çıkar. Ama bunu gerçekleştirmek için sermayeye ihtiyacı olacaktır.  Harry para aramaya başlar...

Yönetmen Jules Dassin politik görüşlerinden ötürü McCarthy döneminde Hollywood'un kara listesine girince Fox Stüdyosu'nun efsane şeflerinden Darryl Zanuck, Dassin'e Amerika'dan uzakta Londra'da çekmesi için Night and the City'i verir. Çekimlere başlamak için zaman kısıtlı olduğundan Dassin senaryonun uyarlandığı kitabı dahi okuyamaz.

Filmin iki versiyonu var: Birincisi 96 dakika süren ve Franz Waxman bestelerini içeren Amerikan versiyonu; diğeri ise 101 dakika süren ve Benjamin Frankel'in bestelerini içeren İngiltere versiyonu. Jules Dassin kara listeye alındığından filmin hazırlanan bu iki kurgusuna da müdahale etmesine izin verilmemiş. Dassin daha sonra verdiği bir röportajda Amerikan versiyonunun kendi aklındaki versiyona daha yakın olduğunu belirtmiş. Bence de Amerikan versiyonu İngiliz versiyonundan daha iyi olmuş. Ancak İngiliz versiyonunda Amerikan versiyonunda olmayan akıllardaki bazı soru işaretlerini gideren kısa sahneler mevcut. Ama yine de Amerikan versiyonunu kurgu ve müzik açısından daha iyi buldum. Ayrıca kullanılan alternatif sahneler (örneğin; filmin açılışındaki Mary ile olan sahne ve filmin final sahnesi) İngiliz versiyonuna göre daha karanlık, sert ve umutsuz.

Night and the City, sürekli hayallerini kovalayıp tam onlara kavuşmak üzereyken kaybedenlerin filmi.

İlgilisine...

THE TRAIN - (1964)

THE TRAIN

(spoiler/sürpriz bozan içerir!)

John Frankenheimer'ın yönettiği filmin başrollerinde Burt Lancaster, Paul Scofield ve Jeanne Moreau var.

Filmin senaryosunu -bir müze müdürü ve Fransız direnişinin bir üyesi olan- Rose Valland'ın Le Front de l'art adlı kitabından Franklin Coen ve Frank Davis uyarlamış.

En İyi Uyarlama Senaryo Oscar'ına aday gösterilen filmin hikâyesi özetle şöyle: 2.Dünya Savaşı'nın sonu yaklaşırken Naziler Fransa'yı yavaş yavaş terk etmektedirler. Sanata düşkün Albay Von Waldheim (Scofield) Fransa'da bulunan en değerli tabloları trenle Almanya'ya kaçırmaya karar verir. Bunu öğrenen Fransız Demiryolları içinde çalışan direnişçiler trenin Fransa'nın dışına çıkmasını engellemeye çalışırlar.

Filmin ilk yönetmeni Arthur Penn çekimlerin ilk gününden sonra Lancaster'ın arzuladığı gibi aksiyona odaklanmayınca ve bu hususta Lancaster ile anlaşamayınca yönetmenlik görevinden alınmış ve yerine John Frankenheimer getirilmiş.

Filmde John Frankenheimer en iyi işlerinden birini ortaya koyuyor. Gerilim yaratmaktaki ustalığı, mizansenleri, sahneleri görsel olarak inşa etmesi (Lancaster'ın filmin son 28 dakikasında hiç repliği yok), zoom lensi incelikli kullanmasıyla, uzun takip(tracking) çekimleriyle, oyuncu yönetimiyle, ve de özellikle kurgusuyla filmi unutulmaz bir epik hâline getirmiş.

Filmin görüntü yönetmenleri Walter Wottitz ve Jean Tournier. Walter Wottitz bir yıl önce En İyi Görüntü Yönetmeni Oscar'ını kazandığı (yine bir savaş filmi olan) The Longest Day'den kazandığı birçok tecrübeyi bu filme de yansıtmış görünüyor.

Burt Lancaster'ın filmdeki performansı gayet iyi. Aksiyon dolu bu filmin çekimleri sırasında Lancaster'ın 50 yaşına basmış olmasına rağmen birçok tehlikeli sahneyi -trenden atlama, merdivenleri kayarak inme, duvarlardan atlama vs.- dublörsüz gerçekleştirdiğini de belirtmeliyim. Anlatılanlara göre çekimlerde Lancaster ve kamera ekibi birçok kez ölümcül olabilecek kazalardan kurtulmuşlar. Paul Scofield ve Jeanne Moreau'nun yanı sıra diğer yardımcı oyuncular da rollerinde gayet iyiler.

Yakın zamanda George Clooney, yönettiği The Monuments Men adlı filminde benzer bir konuyu işlemişti. İki filmde, insanların sanat eserleri için hayatlarını tehlikeye atmalarını milliyetçilik ve ideallerle anlamlandırmaya çabalıyor. Ancak bu konuda Burt Lancaster'in karakteri Labiche'nin sinik görüşüne katılıyorum ve sanat eserlerinin çok önemli olduğunu ama insan hayatından daha önemli olmadıklarını düşünüyorum. Filmde o tablolar için o kadar insan öldü ki sayamadım. Sonuçta dünyanın birçok ülkesindeki müzelerde -kaçakçılıkla ya da savaş zamanlarındaki karışıklıklarda- diğer ülkelerden kaçırılmış birçok sanat eseri mevcut. Sanat eserleri başka ülkelerde de olsa var olmaya, sergilenmeye ve insanlığa katkılarına devam ediyorlar; ama ölen o insanlar değil.

The Train soluksuz bir aksiyon ve gerilim sunuyor, ve bence türünün en iyilerinden.

İlgilisine...