1 Haziran 2017 Perşembe

DREAMS (YUME) - (1990)

Akira Kurosawa's DREAMS (YUME)


Akira Kurosawa'nın yazıp yönettiği film Kurosawa'nın sekiz rüyasını, düşünü yansıttığı sekiz kısa filmden oluşuyor.

Yıllardır kötüye giden ve bir hayli değişen Japon film endüstrisinde film yapmak, finans sağlamak Kurosawa gibi efsane bir yönetmen için bile hayli zorludur. Hatta Kurosawa 1975'te En İyi Yabancı Film Oscar'ını kazanan Dersu Uzala'yı Rusya'da çekmiş, ardından -Oscar almasına rağmen- Ran ve Kagemusha'yı da binbir zorlukla finanse edip çekebilmiştir. Filmografisine bakınca 1965'ten itibaren neredeyse her filminin arasında 5 yıldır vardır(-ki bu onun seçimi değildir). İşte Kurosawa'nın bu sıkıntılı döneminde onun büyük bir hayranı olan Steven Spielberg finansal açıdan Kurosawa'ya yardımcı olmak üzere çabalamaya başlar. Yanına arkadaşları George Lucas ve Francis Ford Coppola'yı da alarak Warner Bros. stüdyosunu ikna ederler. Böylece Kurosawa filmini Hollywood desteğiyle çekmeyi başarır.

Konu düşler gibi kişisel bir tema olunca filmin tüm ana karakterlerinin Kurosawa'yı ve ondan izler yansıttığını söyleyebiliriz.

Düş#1: Sunshine Through the Rain

Düş#1: Sunshine Through the Rain: Filmin bu ilk öyküsü eski bir Japon inanışına dayanıyor. İnanışa göre yağmur yağarken güneş de kendini gösteriyorsa bu vakit tilkilerin ormanda düğün yapma vaktidir.

Küçük çocuğun tilkilerin düğün geçidini izleme sahnesi ve koreografileri, çocuğun annesi tarafından harakiri yapmaya gönderilmesi ve çocuğun gök kuşağına ulaştığı sahneler görsel açıdan etkili olduğu gibi Kurosawa'nın çocukluk anılarını da yansıtıyor.

Düş#2: The Peach Orchard

Düş#2: The Peach Orchard: Hina Matsuri(kukla, bebek festivali) festivali baharda şeftali ağaçlarının pembe çiçekleri açtığı zaman Japonya'da yapılan bir festivalmiş. Bu festivali heyecanla bekleyen bir çocuk ailesinin bahçelerindeki ağaçları kestiğini öğrenir. Sadece kendisinin gördüğü gizemli bir kızı takip ederek ağaçların kesildiği yere varır. Karşısında ağaçların ruhunu temsil eden bebekleri bulur.

Ağaçları temsil eden bebeklerin dansı sahnesi harika bir görselliğe sahip. Anlatılanlara göre tüm sahne bir günde çekilmiş. Filmde görünen gizemli kızın kesilen ağaçların ruhunu yansıttığı gibi Kurosawa'nın çok sevdiği ancak küçüklüğünde ölen ablasına dair bir referans olduğu da belirtiliyor(örneğin, filmin Criterion baskısındaki Stephen Prince'in sesli yorumlarında...).


Düş#3: The Blizzard

Düş#3: The Blizzard: Bu kısa filmde dört dağcı kar fırtınası sırasında kamplarına ulaşma çabası veriyorlar. Ama onlara yolculuklarında kötü bir ruh dadanıyor ve onlara yorgunluk ve uyku veriyor.

Açıkçası Kurosawa kötü ruhun dağcılara verdiği hisleri görselliğiyle, ses kullanımı ve kurgudaki ritmiyle izleyiciye başarıyla yansıtıyor. Klasik kwaidan filmlerini anımsadım. Hipnotize edici bir bölüm, izlerken ben de yorulmuş ve uykusu gelmiş gibi hissettim.


Düş#4: Tunnel

Düş#4: Tunnel: İkinci Dünya Savaşı sonrasında yalnız başına evine dönmekte olan bir müfreze komutanı yolunun üzerinde bir tünele geldiğinde hayalet asker arkadaşlarıyla karşılaşır. Kurosawa savaşın insan üzerindeki yıkımını yansıtırken dengeli bir şekilde militarizm eleştirisi de yapıyor. İlk elden ordu tecrübesi olmayan Kurosawa bu sahnede askerleri yönetmesi için eski dostu ve bu filmde danışmanlık yapan Ishoro Honda'nın yardımını almış.


Düş#5: Crows

Düş#5: Crows: Bir sanat öğrencisi bir müzede Van Gogh'un eserlerini incelerken resimlerin içine girer ve Van Gogh ile tanışır. Kurosawa'nın Van Gogh'un hayranı olduğu ve Van Gogh'un mektuplarından oluşan kitabı çok sevdiği biliniyor. Sanat öğrencisinin Van Gogh'un tablolarının içine girip dolaştığı sahnelerin çekimi George Lucas'ın özel efekt şirketi ILM yardımıyla çekilmiş. Filmin tamamında ILM'in desteği büyük. Son bir not olarak Vincent Van Gogh'u -Kurosawa'nın isteği üzerine- yönetmen Martin Scorsese canlandırıyor. Sanat yönetimi yine gayet başarılı ve Van Gogh'un renklerini ve dünyasını izleyiciye hissettiriyorlar.


Düş#6: Mount Fuji in Red

Düş#6: Mount Fuji in Red: Fuji dağının yakınındaki bir nükleer santralde kaza olur, reaktörler patlarken insanlar çaresiz bir şekilde kaçışmaya başlar. Kurosawa'nın nükleer enerji ve radyasyon üzerine endişelerini yansıttığı bir kabus diyebiliriz.


Düş#7: The Weeping Demon

Düş#7: The Weeping Demon: Bir adam verimsiz topraklarda gezerken tek boynuzlu bir iblisle karşılaşır. Hikâye ilerledikçe iblisin eskiden bir insan olduğunu ve zamanla radyasyon, endüstriyel atıklar gibi insanlığın doğaya verdiği zararlarla değişim geçirmiş olduğunu anlarız. Filmde boynuz(lar) sanki bir ur gibi ağrı, ızdırap verici olarak betimleniyor. Kurosawa yine insanlığın doğayı bozup bencilliği ve çıkarları için kendine ve yaşadığı dünyaya verdiği zararları gösterirken kaygılarını dile getiriyor.


Düş#8: Village of the Watermills

Düş#8: Village of the Watermills: Bir seyyah doğada gezerken nehir kenarına kurulmuş, değirmenli bir köye denk gelir. Köyde karşılaştığı 103 yaşındaki bir adamla(Chishu Ryu) sohbet eder. Yaşam üzerine, doğa üzerine, modern hayat-geleneksel hayat üzerine ve de ölüm üzerine konuşurlar. Sekans hayli neşeli bir cenaze töreniyle sona erer. Kurosawa doğanın güzellikleri içinde yaşam ve ölümü kutlayarak filmini bitiriyor.

Filmin sinematografisi, sanat yönetimi, kostümleri, ses tasarımı ve müzik kullanımı kanımca gayet başarılı.

Ayrıca Nobuhiko Obayashi'nin "Making of Dreams" adlı iki buçuk saatlik yapım belgeselini Kurosawa'nın ve filmin sevenlerine tavsiye ederim. Kurosawa'yı çalışırken izlemek büyük bir zevk (imdb). Bu belgeselin de yer aldığı filmin Criterion Collection'dan çıkan baskısı üst kalitede görüntü ve ses transferinin yanı sıra ek içerik açısından da hayli doyurucu bir baskı. Tek eksiği ise Kurosawa'nın filmi tasarlarken yaptığı resimlerden oluşan bir galerinin olmaması.

Film Cannes'da açılış filmi olarak gösterilirken Altn Küre Ödülleri'nde de En İyi Yabancı Film dalında aday olmuş.

Kurosawa -filmin fragmanında da dendiği gibi- düş sevenler için harika düşler sunuyor.

İlgilisine...

SABOTEUR - (1942)

SABOTEUR

Alfred Hitchcock'un yönettiği filmin başrollerinde Robert Cummings, Priscilla Lane ve Norman Lloyd var. Filmin kötü adamı olan sessiz sinema döneminin yıldızlarından Otto Kruger'ı da unutmayalım.

Filminin senaryosunun farklı taslaklarını  ayrı zamanlarda Peter Viertel, Joan Harrison ve Dorathy Parker yazmış.

Filmde askeri bir uçak fabrikasında yangın çıkar. Sabotaj olduğu anlaşılan bu olaydan ötürü fabrika çalışanı Barry Kane suçlanır. Kane suçsuz olduğunu ispatlamak ve gerçek suçluları bulmak üzere polisten kaçar.

Film, suçlamalar karşısında masumiyetini kanıtlayıp gerçek suçluyu bulmak için kanundan kaçan adam/kadın'ın klasik hikâyesi. Bu janra Hitchcock'un da en sevdiklerinden olmalı ki bu filmden önce 1935 yılında The 39 Steps, daha sonraki yıllarda da Wrong Man ve North by Northwest'i de yönetmişti. Filmin konusu özellikle The 39 Steps ile büyük oranda örtüşüyor. Finali ise Hitchcock'un 1959 yılında çekeceği North by Northwest'in Rushmore Dağı'nda geçen o ünlü finaline göz kırpıyor.

Film, Pearl Harbour'un bombalanıp Amerika'nın II. Dünya Savaşı'na girdiği sırada çekildiğinden, konusuyla ve özellikle de diyaloglarıyla açık bir propaganda da yapıyor.

Hitchcock başta Robert Cummings'i komedi geçmişinden ötürü filmin başrolü için pek istememiş ama aldığı sonuç bence bir hayal kırıklığı değil. Priscilla Lane hem oyunculuğu hem de güzelliğiyle klasik bir Hitchcock sarışını olmuş. Hitchcock'un bu filmdeki keşfi ise Norman Lloyd. Lloyd'un yüz mimikleriyle ve vücut diliyle Fry karakterini yorumlayışı hafızalarda yer ediyor.

Hitchcock'un bu filmde kendisi için tasarladığı orjinal cameo rolü ise anlatılanlara göre şöyle: Hitchcock ve sekreteri sağır-dilsiz iki kişiyi canlandırıyorlar. Bir sokakta/yaya geçidinde Hitchcock el işaretleriyle kadına uygunsuz bir teklifte bulunuyor ve tokadı yiyor. Ancak bu sahne zamanın sansür kurulu tarafından 'uygunsuz' bulununca kendisinin gazete satın aldığı başka bir sahne çekip, filme koymuş.

Hitchcock'un finaldeki Özgürlük Heykeli sahnesinde gerilimin tavan yapmak üzere olduğu anlarda müziği kapatması ise onun deneyselliği çok sevdiğini kanıtlayan anlardan. Ancak Hitchcock bu sahnede zor duruma kötü adamı koyduğu için sonradan pişman olmuş. Çünkü sahnenin etkisinin (zor durumda olan kişi kötü adam olduğu için ve izleyici de kötü adamla yeterince özdeşleşemediğinden) seyirci üzerinde biraz daha az olduğunu görmüş. Bunu da sonradan North by Northwest'in finalinde düzeltmiş.

İlgilisine...

DIRTY ROTTEN SCOUNDRELS - (1988)

DIRTY ROTTEN SCOUNDRELS

Frank Oz'un yönettiği bu komedi filminin başrollerinde Michael Caine, Steve Martin ve Glenne Headley var.

Film Ralph Levy'nin yönettiği, Marlon Brando ve David Niven'in başrolünü oynadığı Bedtime Story adlı filmin yeniden yapımı. Maalesef bugüne kadar Bedtime Story'i izleme fırsatım olmadı, o yüzden filmi orijinaliyle kıyaslayamıyorum.

Filmin senaryosunu Dale Launer, Stanley Shapiro ve Paul Henning yazmış.

Filmde Fransız Riviera'sında kadınları hedef bellemiş iki dolandırıcının çarpışmasını izliyoruz. Aristokratik İngiliz dolandırıcı Lawrence Jamieson(Caine) çalışma bölgesini Amerika'dan gelmiş sorumsuz ve kendini beğenmiş dolandırıcı Freddy Benson'a(Martin) kaptırmak istemez. Sonunda kimin gidip-kalacağına dair bir bahse girerler: Seçtikleri ortak hedefi kim ilk önce dolandırmayı başarırsa o kazanacaktır. Oyunlar başlar...

Filmde Michael Caine ve Steve Martin karşılıklı döktürüyorlar. Glenne Headley de Janet rolünde çok başarılı. Üçlünün arasında harika bir kimya var. Ayrıca başta Ian McDiarmid ve Anton Rodgers olmak üzere tüm yardımcı oyuncular da rollerinde gayet iyiler. Michael Caine'in performansıyla o yıl Altın Küre'ye aday olduğuna da belirteyim.

Filmi ilk defa çocukken annemle izlediğimi hatırlıyorum, izlerken bir hayli gülmüştük. Özellikle Caine'in Martin'in "hissiz" bacaklarını muayene ettiği sahnede sopayla Martin'in bacaklarına vurduğunda Martin'in gözlerinde beliren o acı gözyaşlarını hiç unutmam, beni gülmekten kırmıştı.

Türkiye'de "Kirli, Çürük ve Adi" adıyla gösterime giren filmin DVD'sinde hiç ekstra yok. Umarım yakın zamanda restore edilmiş ve kaliteli ekstralara sahip olan bir baskısıyla izleyicisiyle buluşur.

Dirty Rotten Scoundrels iyi yazılmış, iyi oynanmış, iyi yönetilmiş pek eğlenceli ve sürprizli bir komedi filmi.

İlgilisine...