1 Ocak 2017 Pazar

HIGH NOON - (1952)

HIGH NOON

(spoiler/sürpriz bozan içerir!)

Yönetmenliğini Fred Zinnemann'ın yaptığı politik alt metinli bu klasikleşmiş western filminin başrollerinde Gary Cooper, Grace Kelly ve Katy Jurado var.

Şerif(marshal) Will Kane evlendiği gün balayına gitmeden hemen önce idama mahkûm edilmiş olan azılı suçlu Frank Miller'ın hukuki açıklardan yararlanarak af edilip, serbest bırakıldığını ve öğlende kasabaya ulaşacak trenle gelmek üzere olduğunu haber alır. Will, Frank Miller'ı yakalayıp hapse atan kişidir. İntikam almaya yemin etmiş olan Frank Miller'ın ise tek bir amacı vardır: Şerif Will Kane'i öldürmek.

Gary Cooper filmde kariyerinin en iyi oyunculuklarından birine imza atıyor. Cooper karakterinin duygularını daha çok göz-yüz ifadeleriyle ve beden diliyle yansıtıyor. Ve bu kanımca Gary Cooper'ın performansını daha etkili kılıyor.

Katy Jurado ise güçlü ve akıllı bir iş kadını olan Helen Ramirez'i canlandırıyor. Ramirez daha önce filmin kötü adamı Frank Miller'ın daha sonra da Will Kane'in aşığı olmuştur. Bu arada izleyici olarak Helen ile Will Kane tam olarak neden ayrıldıklarını bilemiyoruz ama aralarında hâlâ bir çekim olduğu ortada ve Helen, Will'i Amy'e göre daha iyi anlıyor gibi görünüyor. Katy Jurado sergilediği oyunculukla Altın Küre Ödülünü kazanmış ve bu ödülü alan ilk Meksika'lı oyuncu olarak tarihe geçmiş.

Grace Kelly -oynadığı ilk uzun metraj film olmasına rağmen- babası ve ağabeyini silahlı çatışmada kaybetmiş, dindar(Quaker), silahları sevmeyen bir pasifist olan Amy Fowler rolünde iyi bir oyunculuk sergiliyor. Belki de Will'in Helen Ramirez yerine Amy'i seçmesinin nedeni Amy'nin gençliğinden gelen o masumiyeti ve onun temsil ettiği silahsız, yıkımsız bir dünya arzusu olabilir.

Llyod Bridges'ın performansını, filmin final bölümünde arzı endam eden Frank Miller rolündeki Ian MacDonald'ı ve filmde tek diyaloğu olmamasına rağmen tehditkar görünümü ile hafızalarda iz bırakan genç Lee Van Cleef'i de unutmayalım.

Filmin senaryosunu yapımcı Stanley Kramer ile çalışan senarist Carl Foreman 40'lı yılların sonunda tasarlamaya başlar. Foreman yazdığı tretmanın John W. Cunningham'ın bir dergide yayınlanan The Tin Star adlı öyküsüyle benzerliklerini görünce bir sorun çıkmaması için öykünün film haklarını satın alır(not: Bazı yerlerde yapımcı Stanley Kramer'ın öykünün film haklarını satın aldığı belirtiliyor).

Film -özellikle sonu- stüdyolar tarafından karanlık ve sinik bulunduğundan bağımsız bir proje olarak ilerler. Ayrıca Gary Cooper'ın canlandırdığı şerif Will Kane karakteri Hollywood'un western filmlerinde genel olarak sunduğu güçlü, korkusuz, idealist, maço kahraman tipine zıt olarak kırılgan, korkan ve çaresizliğe düşen bir karakter olarak vurgulanmış. Bir de bunların yanı sıra Will Kane kiliseye uğramayan inançsız biridir. Hatta dindar karısıyla evlenirken bile töreni kilisede rahip huzurunda değil de ofisinde bir hakimin önünde yapar. Bu da muhafazakar Amerikalıların western filmlerinde görmeye alışık olmadıkları bir şey. Dolayısıyla stüdyolar projeyi riskli görmüşler.

Senarist Carl Foreman prodüksiyon sırasında eskiden komünist partiye üye olduğu için Amerika Karşıtı Faaliyetleri İzleme Komitesi tarafından sorgulanır ve Hollywood tarafından kara listeye alınır. Hatta filmin jeneriğinden Foreman'ın adının çıkarılması için baskı yapılır. Ama Gary Cooper böyle bir şey olursa filmi yarıda bırakacağını söyler. Bunun üzerine Carl Foreman'ın adı jenerikte kalır. Ancak Stanley Kramer Carl Foreman'ın adını jenerikteki yapımcı titresinden çıkartır. [Filmden sonra İngiltere'ye yerleşen Carl Foreman orada Michale Wilson ile Bridge of River Kwaii'nin uyarlama senaryosunu yazarlar. Ama ikisi de kara listede olduklarından jenerikte adları geçmez. Filmin senaryosu Oscar'ı kazandığında Akademi Oscar ödülünü kitabın yazarı ve senaryonun Fransızca versiyonunu yazan Pierre Boulle'e verirler. 1984 yılında Foreman ve Wilson öldükten sonra Hollywood bir iç hesaplaşmadan sonra onlara haklarını iade eder ve isimleri filmin jeneriğine yazılır.]

Filmin alt metninde Foreman'ın o dönemde Amerika'da yaşanan komünizm korkusu paranoyasından ötürü insanların komite önlerine çıkarılmalarını, arkadaşlarının isimlerini vermeye zorlanmalarını, kara listeye alınmalarını ve bu olaylarda dostların birbirlerine sırt çevirmelerini de yansıttığını düşünüyorum.

Film doğal olarak Hollywood'un sağ kanadından tepkiler almış. Hatta John Wayne ve Howard Hawks 1959'da Rio Bravo'yu sırf bu filme tepki olsun diye yaptıklarını söylerler. John Wayne 1971'de High Noon için, 'Hayatımda gördüğüm en Amerikan olmayan şey' ifadesini kullanmış(Link). Hawks ise filmdeki şerifin korkmasına, etrafından yardım istemesine ve karısının yardımıyla kurtulmasına bozulmuş. Gary Cooper'da John Wayne gibi bir Cumhuriyetçi olsa da Cooper'ın bu konuda arkadaşlarına göre çok daha açık görüşlü biri olduğunu düşünüyorum. Hele Amerika Karşıtı Faaliyetleri İzleme Komitesine karşı tutumu tamamen farklı. Bu arada ilginç bir anekdot olarak John Wayne filmi beğenmese de, filmdeki rolüyle En İyi Erkek Oyuncu Oscar'ını kazanan Gary Cooper törende olmadığı için ödülü Cooper'ın yerine alır ve arkadaşı Cooper için övücü bir konuşma yapar. Link

Filmin yönetmeni Fred Zinnemann filmin düşük bütçesine rağmen filmi tecrübesi ve yeteneğiyle başarıyla kotarıyor. Sade ama özenli çekimleri, dışa vurumcu kamera hareketleri ve elbette kurgusuyla filme çok şey katıyor. Elde ettiği başarıyla, onun için bir stüdyo yöneticisinin sarf ettiği "Avusturyalı bir yahudi western çekmekten ne anlar!" lafını o yöneticiye yedirmiş olmalı.

Filmin görüntüleri de klasik western filmlerinin aksine geniş vista çekimler, uçsuz bucaksız topraklar, etkileyici doğa görüntüleri ve bulutlu gökyüzleri barındırmıyor. Gökyüzü neredeyse hep beyaz ve bu izleyici üzerinde hava çok sıcak etkisi uyandırıyor. Ki filmde tüm oyuncular - kadın oyuncular hariç- hep terli görünüyor. Tüm bunlar yönetmenin filmde yaratmak istediği gergin atmosfer için. Filmin görüntü yönetmeni Floyd Crosby bunu elde edebilmek için gökyüzünü filtresiz çekmiş ve filmin baskısını alırken film baskı makinesinin parlaklık ayarını normalin üzerinde ayarlamış.



Filmin kurgusu ritim hususunda ve tansiyon yaratmada bir ders niteliğinde. Saatin, saat seslerinin, rayların, bekleme anlarının vs. tansiyonu arttırmakta kullanımı çok güzel planlanmış. Ayrıca filmin kurgusu Frank Miller'ın gelişine kadar neredeyse gerçek zamanlı olarak ilerliyor. Will Kane'in vasiyetini yazarken başını kaldırıp saate bakmasıyla başlayan montajı izlemek ise tam bir sinematik haz. Bu montaja eşlik eden Dimitri Tiomkin'in müziğiyle(Soundtrack'te 27. parça - 'Two Minutes to Twelve') sekans tam bir epik hâline geliyor. Bir de Kane'in sevdiği iki kadının at arabasıyla onun önünden geçip giderken onlarla bakıştığı sahne ve ardından Kane'in yapayalnız kalışı... Filmin kurgucuları Elmo Williams ve Harry W. Gerstad.



Dimitri Tiomkin besteleri ile sözlerini Ned Washington'ın yazdığı Tex Ritter seslendirdiği "Do Not Forsake Me, Oh My Darling" türküsü de hafızalarda yer ediyor.

Yedi dalda Oscar'a aday olan film Oscar töreninden En İyi Erkek Oyuncu, En İyi Kurgu, En İyi Müzik ve En İyi Şarkı Oscar'larını alarak ayrılmış.

İlgilisine...

THREE DAYS OF THE CONDOR - (1975)

THREE DAYS OF THE CONDOR

Yönetmenliğini Sydney Pollack'ın yaptığı bu gerilim filminin senaryosunu James Grady'nin Six Days of the Condor adlı romanından Lorenzo Semple Jr. ve David Rayfiel uyarlamış.

Filmin oyuncu kadrosu bir hayli zengin. Başrollerde Robert Redford, Faye Dunaway, Cliff Robertson ve Max von Sydow var.

Condor kod isimli Joseph Turner bir CIA analisti olarak günlerini kitapları okuyup analiz ederek geçirmektedir. Bir gün öğle yemeğine çalıştığı paravan kurumun arka kapısından çıkarak gider. Bu sırada bir grup adam onun iş yerini basar ve tüm iş arkadaşlarını öldürürler. Condor hem hayatta kalmak hem de bu işi yapanları bulmak için kollarını sıvar.

Ünlü yapımcı Dino De Laurentiis James Grady'nin romanının film yapım haklarını satın aldıktan sonra filmin yönetmen koltuğuna Peter Yates getirilir, başrol için ise Warren Beaty düşünülür. Bir süre sonra Warren Beaty projeden ayrılınca onun yerine Robert Redford getirilir. Redford yönetmen olarak daha önce birlikte çalıştığı dostu Sydney Pollack'ı ister. Bunun üzerine Laurentiis Peter Yates'e iyi niyet göstergesi olarak uygun bir ücret öder ve yönetmenle yollarını ayırırlar.

Filmin senaryosu haksız yere suçlanıp kaçan ana karakterin gerçek suçluları bulup kendini temize çıkarmak istemesi şablonu üzerine kurulu olsa da bu sefer düşman dışarıda değil, içeride. Bu yüzden filmin sonunda da görüldüğü üzere garantili bir mutlu sona ulaşmak mümkün değil. Filmin bu sonu ve genel yaklaşımı dönemin Amerika'sının psikolojisini de yansıtıyor. Özellikle 60-70'li yıllarda geçirdiği birçok politik suikastten ve Watergate skandalı sonrasında Amerikan halkının devlet kurumlarına güvensizliğini, derin devlet paranoyalarını, güvenlik endişelerini film alt metnine yansıtıyor.

Sydney Pollack'ın yönetimi, kurgusu ve oyuncularının iyi performanslarıyla öne çıkan bu gerilim filminin olay örgüsünün kendisinden sonra birçok filme esin kaynağı olduğunu da belirteyim.

İlgilisine...