1 Ocak 2012 Pazar

La Passion De Jeanne D'Arc (1928)

La Passion De Jeanne D'Arc – 1928

Carl Theodor Dreyer’in yönettiği “The Passion of Joan of Arc” sinema sanatının mihenk taşlarından bir film.
Film, İngiliz’ler tarafından yakalanan Joan of Arc’ın yargılanma sürecini ve ardından idam edilişini anlatıyor.

Yönetmen Carl Dreyer ile sinematograf Rudolph Mate’in yarattıkları atmosfer ve o “yakın çekimler”... Film “Close-up” (yakın çekim) konusunda ders niteliğine sahip. Ve elbette bir de o yakın çekimlerde ve filmin tamamında harika bir performans sergileyen Maria Falconetti var. Bu filmden sonra yine tiyatro sahnelerine dönen Falconetti başka bir sinema filminde oynamamış. Keşke daha pek çok performansı pelikül üzerinde saklanabilseydi.

Sessiz bir film olarak görsel anlatımı çok güçlü olan filmin orjinal negatifi çıkan bir yangında yok olmuş. Dreyer filmini kurtulmuş negatiflerden, sinemalara gönderilen baskılarından ve filmin orjinaline dahil olmamış(seçilmemiş) çekimlerden(outtakes) yeniden kurgulamaya çalışsa da filmini istediği gibi bir araya getirmeyi başaramamış. Ancak yönetmenin ölümünden 13 yıl sonra filmin orjinal bir kopyası Oslo’daki bir akıl hastanesinde keşfedilmiş.

Filmi, Criterion Collection’ın DVD baskısından izleme fırsatı yakaladım. Sessiz bir film olduğunu belirtmiştim. Ancak sessiz film de olsa o dönemde filmlere sinemada bulunan müzisyen(ler) müzikleri ile eşlik ederlermiş. Filmde kullanılacak müzik üzerine Carl Dreyer’in bir notu olmadığından çeşitli müzikler kullanılmış ya da bestelenmiş.
DVD’de filmi tamamen sessiz izleme -ki çok faydalı- opsiyonu var. Bunun yanısıra bestekar Richard Einhorn’un bestelediği ve adını “Voices of Light” adını koyduğu besteler eşliğinde de izleme şansımız var. İsminden de anlaşılacağı üzere bu bestelere bir koro eşlik ediyor. Elbette filmin konusundan ötürü müzikte dini motifler hakim. Koro’nun dahil olduğu bazı kısımlar zaten görsel olarak güçlü olan bu sahnelerin etkisini arttırıyor.

Ayrıca Kopenhag Üniversitesi'nde Carl Dreyer üzerine ders veren Casper Tybjerg’ün sesli yorumları eşliğinde filmi izlemek de gerçekten bilgilendirici. Yalnız sesli yorumlarda İngilizce altyazı desteği yok.

Bunların dışında diskte film ile ilgili fotoğraflar, makaleler, filmin restorasyonu ile ilgili bir video, filmin çeşitli versiyonları üzerine bilgilendirici bölümler var.

İlgilisine…

INCENDIES (2010)

(Yazı filmle ilgili bilgiler içermektedir. İzlemeyen ve izlemek isteyenlerin bilgisine!)

INCENDIES (2010)
 
Yönetmenliğini Dennis Villeneuve’in yaptığı  “Incendies” ya da İngilizcesiyle “Destruction by Fire” ya da Türkçe vizyon ismiyle “ İçimdeki Yangın”.

Filmin senaryosunu, Wajdi Mouawad’ın “Incendies”(Scorched) adlı tiyatro oyunundan yönetmenle birlikte Valérie Beaugrand-Champagne sinemaya uyarlamış.

Nawal Marwan yıllar önce Orta Doğu’dan(Filistin ya da Lübnan çünkü filmde ülkenin adı geçmiyor) Kanada’ya göç etmiş ve bir aile kurmuştur. İki çocuğu vardır. Yıllar geçer. Bir gün felç geçirir ve ardından da kısa bir süre sonra vefat eder.

Kanada’nın Montreal şehrindeyiz.  İkiz kardeşler Jeanne ve Simon vefat eden annelerinin vasiyeti üzerine noterin ofisinde bir araya gelirler.

Noter onlara annelerinden iki mektup verir. Ardından da annelerinin isteğini onlara söyler: Anneleri onlardan bu iki mektubu sahiplerine ulaştırmalarını istemektedir. Birlikte.

Simon başta kabul etmez. Jeanne annesinin isteğini yerine getirmek yani mektupları sahiplerine ulaştırmak için annesinin doğduğu ve büyüdüğü topraklara yalnız başına gider. Daha sonra gelişen olaylar ve keşfedilen şeyler üzerine Simon’da kardeşine katılacak ve yıllarca tanıdıklarını sandıkları annelerinin geçmişinde olmuş birçok acı olayı keşfedeceklerdir. Bu süreçte birbirine uzaklaşmış iki kardeş yakınlaşacak, birlikte olmanın değerini anlayacaklardır.

Gizemler ve onları keşfetme üzerine kurulu senaryosundan ötürü filmin konusu ile ilgili daha fazla ayrıntıya girmiyorum. İzlemeyenler bu yazıyı zaten okumamalı, izleyenlerse zaten biliyorlar.

Oyuncular açısından Nawal karakterini oynayan Lubna Azabal ve Nawal’ın kızı Jeanne oynayan Mélissa Désormeaux-Poulin gerçekten başarılı.

Filmin senaryosu ana karakterinin hikâyesine odaklanarak ilerliyor. Orta Doğu’daki ülkenin adını söylememelerinden, din ve töre gibi hususlarda derin bir eleştiriye girmeden olay anlatımına ve karakterin tepkilerine odaklanan senaryosu bunu gösteriyor. Orijinal tiyatro oyununu izleme fırsatım olmadığından oyunu ve filmi kıyaslayamıyorum. Ama filmin senaryosu sırf vermek istediği mesaj ya da ahlak dersini noktalayan finaline hizmet için dizayn edilmiş.

Senaryodaki politik ve dini çatışma ortamı ise karakteri sınır noktasına getiren olay olan “otobüs baskını” ve patlama noktasına geldiği “suikast”te kendini göstermek üzere kullanılan bir element. Bu konuları derinlemesine girmektense tüm bunların ortasında kalmış Nawal’ın yaşadıklarına konsantre olması ile film genel, belirsiz bir eleştiri yaparak herkesin hikâyede kendi konumunu bulmasına, özdeşleştirmesine ve eleştirmesine olanak veriyor. Ya da belki de sadece beni karakterim ilgilendiriyor o yüzden spesifik eleştiri yapmak ve eleştirdiklerimle uğraşmak istemiyorum diyor da olabilir.

Sonuna kadar gizem ve merak duygusunu ayakta tutan ayrıca şaşırtıcı ve güçlü bir finale sahip olan bir film “Incendies”. Filmin finalinde etkilenmemek zor.

Ancak film bu finali sunabilmek ve seyirciyi etkileyebilmek adına senaryosunda çok fazla mantık açığı veriyor. Bir kısmını filmi izlerken, bir kısmını da filmden sonra (--yönetmenlik sanatının, kurgunun, sinematografinin, oyunculuğun, müziğin manipülasyonunun bittiği anda yani kısaca sinemanın büyüsü kesilince --) kişi sakince filmi sorgulayınca akla şu sorular gelebiliyor: 

  •    ·      Nasıl oluyor da Nawal, oğlunu ve kızını bilmedikleri –ama kendisinin tehlikelerini çok iyi bildiği-- böyle tehlikeli bir bölgeye, hem de birçok kişiye işkence edip, ırzına geçmiş ve öldürmüş tehlikeli birini bulmaları için gönderebiliyor?

·       Neden bir mektupta polise bırakmadı? Ya ondan önceki yetmiş bir kadın için adalet istemiyor mu? Çığlıklarını dinlemeye katlanamayıp, kafasında bastırmak için şarkı söylediği o kadınların acısı ve yakınlarının çektiği acı ve adalet arayışı ne olacak?


·       Mektupların tesliminden sonra iki kardeş ve durumu bilen avukat neden polise gitmiyor? “Onun” dışarıda serbest olması onları hiç endişelendirmeyecek mi? Ya onlara ya da başka birine zarar verirse? Bu mektupların her şeyi çözeceğine ve düzelteceğine dair duydukları bu özgüven nereden geliyor?

·        Nawal yazdığı bu iki mektubun “onu” değiştireceğine gerçekten inanıyor mu? Olabilir elbette. Ama ya değiştirmezse? Yıllar içerisinde bunca işkence, tecavüz ve cinayetten sonra düzelmemiş ve bunları yapmaya devam etmiş, pişmanlık tatmamış bir kişiyi gerçekten bu mektuplar değiştirebilir mi? Mucizevi bir şekilde değiştirse dahi ceza almamalı mı?

·       Filmin başından itibaren Nawal’ın Katolik inancı üyesi olduğu vurgulanıyor. Ve affetme, af filmin alt metinlerinden biri. Bir nevi bu finalde görülebiliyor. Ama Nawal’ın kendisi otobüs baskınından sonra intikam almaya yönelmedi mi? Yöneldi. Peki neden filmin başında akrabalarının acımasızca öldürdüğü o çok sevdiği adamın intikamını almaya yönelmedi? Ayrıca çocuğunu da ondan almışlardı. “O zamanlar zayıf idi, kendi ayakları üzerinde duramıyordu, hayatı tanımıyordu, güçlü değildi. O yüzden yapamadı.”, denilebilir. Doğru. Ama tüm bunları elde ettikten sonra neden sevdiği adamın intikamını almaya yönelmedi? Akrabalarını af mı etti? Böyle bir af edebilme seviyesine ulaştıysa,  bu olaydan çok daha sonra olan “otobüs baskınından” sonra neden suikaste yöneldi? “Durum farklı” denilebilir. Olabilir. Ama farklı mı?
 
Bu soruları düşününce ve sorgulayınca film etkisinden bir şeyler yitiriyor.